Atatürk'ün Kafkasya Savaşı

 

Emperyalizmin Neo-Kafkas Seddi

 

“Kafkas Platformu’nun çatısı Türkiye’de çatılıyor”

Gürcistan’ın Osetya’ya saldırısına Rusya’nın verdiği karşılıkla başlayan Rusya-Gürcistan Savaşı’nın, bitmesinin ardından olaylar bu kez de savaş görüntüleri, Rusya ve ABD’nin karşılıklı tehditleri, Kafkasya’da gelişen ittifaklar süreci şeklinde devam ediyor.

Amerikancı Gürcistan’ın saldırısına cevap veren Rusya’nın bölgede askeri bir başarı kazandığı görüntüsünden sonra, ittifaklar konusunda, diğer ülkeleri bir yana bırakacak olursak, Türkiye’de Avrasyacılığın yeniden bir “çekim merkezi” olarak gündeme gelmesini sağladı. Özellikle de Atatürkçü kesimimiz tarafından üzerine atlanan ve anti Amerikancı bir seçenekmiş gibi değerlendirilen Avrasyacılığın uygun ortam bulup tekrar güdeme gelmesinin en önemli nedeninin Türkiye’de mandacılığın tarihinin ve mandacı geleneğin eskiye dayanan ve köklü bir yapıya sahip olması olduğunu TÜRKSOLU’nun geçen sayısında değerlendirmiştik.

Mandacı görüş, Milli Mücadele yıllarına kadar uzanıyor. Mandacılık, Milli kongrelerde, Milli Mücadele kadroları diyebileceğimiz kesim içinde bile yer bulabilmiştir.

Oysa savaşın sonucu Kafkasya’ya baktığımızda, askeri anlamda ortada Rusya’nın başarısı görünse de geleceğe dönük politik arenada ABD’nin kazancı çok daha büyük oldu. Daha Amerikancı bir Gürcistan ve Türkiye. Daha da önemlisi, Amerika’nın klasik sömürgeci istilasının gelecekteki hedefleri açısından daha rahat hale getirilmesi.

Yani kazanan Amerika!

Savaş olur da barış olmaz mı?

Savaşın ardından, Kafkasya’ya barışı geri getirmek için kurulan “Barış Evi”nin ortaya atılıp, faaliyete geçmesi için kollar hemen sıvandı. Ev sahibi malum: Tayyip. Arabulucuların ve eş başkanların kralı. Yanına Gül’ü de eklemeden olmaz tabi ki.

“Kafkasya Barış ve İşbirliği Platformu” adıyla ortaya attığı Neo-Kafkas Seddi diyebileceğimiz ve esasında BOP’tan başka bir şey olmayan proje dahilinde, Tayyip yaptığı ziyaretlerle, mevkice kendinden üstün olan Gül de yaptığı kabullerle platformu zenginleştirmeye yani seddi inşa etmeye başladılar.

“Kafkas Platform”unun ayrıntılarını belirtmeye geçmeden önce, tarihi Kafkas Seddi’nden kısaca bahsetmek, sürecin nereye varacağını önceden görmek açısından yararlı olacaktır. Ne de olsa tarih tekerrür ediyor. Mandacılık da, işbirlikçilik de, emperyalizmin hedefleri de değişmeden yola devam ediyor. BOP’un sonu Sevr’e çıkıyor.

Atatürk 1920 Şubatında bir bildirisinde “Kafkas Seddi” üzerine şu açıklamaları yapar:

“Kafkas Seddi’nin yapılmasını Türkiye’nin kati mahvı projesi sayıp bu seddi İtilaf Devletleri’ne yaptırmamak için en son vasıtalara müracaat etmek ve bu uğurda her türlü tehlikeleri göze almak mecburiyetindeyiz… İtilaf Devletleri’nin patronu olan İngiltere’nin de gerçek niyeti budur. Basra Körfezi ile Karadeniz ve Hazar Denizi arasında kendi nüfuzunda bir bölge oluşturmak. Bununla da bir taşla çok kuş vurmak. Birincisi, egemenliği altında bulundurduğu denizlere Karadeniz’i de katmak…. Rusya’ya karşı deniz üstünlüğünü sağlayabilmesi için Trabzon ve Batum limanlarını da kontrolünde tutması gerekir. İkincisi petroldür. Kendisi için Birinci Dünya Savaşı’nın hedefleri arasında bulunan Irak petrol havzalarını (Basra ve Kerkük-Musul) işgalle Türklerden alır… Üçüncüsü de Anadolu Türklüğünün direnişini, yaşam alanını daraltarak dışla ilişki olanağını keserek, bitirmek… Ayrıca mevcut olan yönetimle işbirliği yapılarak Türkiye içerden de çökertilmektedir.”

Atatürk’ün Kafkas Seddi üzerine değerlendirmelerinden sonra bir de gazetelerde çıkan “Kafkas Platformu’nun çatısı Türkiye’de çatılıyor” haberini yan yana koyarsak, aslında çatılanın Türkiye’nin idam sehpası olduğunu görebiliriz. Bugün “Kafkas İstikrar Projesi” BOP’tan ayrı bir şey değildir.

Platformla yapılan İran’a yönelik Amerikan saldırısı için yolların döşenmesidir. Bu aynı zamanda sonraki adım olan Türkiye için “Müttefik Kuşatması”nın tamamlanması olacaktır.

Yeni Goben’ler, Breslav’lar BOP yolunda…

Amerika’nın Gürcistan’a yardım adı altında donanma gemilerinden iki hastane gemisini Boğazlardan geçirerek Karadeniz’e sokma isteğini dile getirmesi kısa süren bir “yeni tezkere krizi” yorumlarına neden oldu hatırlanırsa. Türkiye bu gemileri Boğazlardan geçiremeyeceğini belirtmişti. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre geçişler belirli standartlara bağlıdır.

Ama bu mesele kriz yaratmadan, daha doğrusu yarattırılmadan, çözüldü. Türkiye ilk olarak NATO dahilinde iki İspanyol gemisinin ardından, ikisi kargo biri de sahil güvenlik gemisi olmak üzere üç Amerikan donanma gemisinin geçişine izin verdi. Eee, Montrö ne oldu demeyin. Süreç tam bir “kılıfına uydurma” süreci.

ABD ağırlıkları standartları aştığı için USN Comfort ve USN Mercy adlı iki hastane gemisi yerine, onlardan daha hafif üç gemisini Karadeniz’e geçirebilecek. Böylece hem ABD istediğini almış oldu hem de Türkiye, Montrö’yü delmedi. Türkiye şöyle bir açıklama da yapmış: “Bizim için hayati önem taşıyan Montrö Sözleşmesi’ni 72 yıldır sulandırmadık, bundan sonra da sulandırmayız. Deniz ulaşımı Montrö Sözleşmesi’ne uygun olmalıdır.”

Böylece Montrö sulandırılmamış oldu ama ABD’nin Karadeniz’e girmesiyle birlikte “stratejik müttefik” yanı başımıza kadar gelmiş oldu.

Gürcistan’ın Osetya’ya saldırısı sonucu Gürcistan’ın zarar görmesi ve abisi ABD’nin insani(!) yardım için donanmasını Gürcistan’a göndermesi iyi kurgulanmış bir film senaryosunun giriş kısmı olarak yorumlanmalı.

Giriş kısmı önemli. Herkes biliyor ki, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girişi iki Alman gemisinin (Goben ve Breslav) Boğazlardan Karadeniz’e girip Rusya’yı bombalamasıyla gerçekleşti.

Amerikan gemileri Rusya’yı vurmayacak belki ama birini illa ki vuracak. İran’ı.

Bugün Amerika kılıfına uydurup nasıl donanmasını Karadeniz’e sokabiliyorsa yarın da, nasıl olsa BOP’un müttefiki ya, “bir-iki liman da veriverin, kılıfına uydururuz” dese Türkiye’nin ne diyeceğini tahmin etmek için zorlanmayız gibi geliyor. Türkiye’de yine tarihsel bir mizansenle ABD’nin İran’a saldırısında, bu sefer Amerika’ya, “deniz sahipliği” yapacak.

Daha sonra sıra Türkiye’ye gelecek. Büyük Ortadoğu Projesi’nin şimdiki müttefiki, yarınki yemi: “Müttefik işgali”nde Türkiye!

Gül’den Ahmedinejad’a ‘Harab-ül Bağdat’ benzetmesi

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Türkiye’yi ziyareti olay oldu.

Basında ziyaret öncesi Anıtkabir’i ziyaret etmeyecek olması tartışılırken, ziyaret günleri ve sonrası, mütevazi giyim kuşamından, trafiğin allak bullak olmasına Ahmedinejad’ın “Tahran’da olsa buna izin vermezdim” demesine kadar birçok şey tartışıldı.

Bizim açımızdan ise bu ziyaretin içeriğinin ne olduğu önemli. Geçen hafta da özellikle Afrika’dan geleni gideni çok olan Gül, Ahmedinejad’la görüşmesinde, esas olarak nükleer meseleyi ele aldı, diyalog ve diplomatik yol çağrısı yaptı.

Bu kavramların benzerini nereden hatırlıyoruz? Biraz hafızalarımızı zorlayalım… Amerika’nın Irak’ı işgali öncesi Irak devlet başkan yardımcısı Taha Yasin Ramazan Türkiye’ye gelmişti. Yıl 2003. Abdullah Gül, Ramazan’a barışçı çözüm için zamanın daraldığını ve Irak’ın nükleer silah denetçilerine yardımcı olmasını, Türkiye olarak her şeyi yaptıklarını, savaşı önlemenin artık Irak’ın elinde olduğunu belirtip; “vahim gelişmelere doğru gidiyoruz, ABD ile kazanamayacağınız savaşa girmeyin” demişti.

Bundan beş yıl sonra aynı Gül, bu kez Ahmedinejad’a nükleer geliştirme konusunda BM Güvenlik konseyinin sunduğu paketi kendilerinin de desteklediğini, nükleer faaliyetleri konusunda da İran’ın “barışçıl” dese de uluslar arası toplumum kaygılarının olduğunu belirtip, “Bush giderayak vurabilir. ABD vurursa fena vurur. Komşunuz olarak Tahran’ın ‘Harab-ül Bağdat’ olmasını istemeyiz” dedi.

Gül’ün 2003’teki görüşmesi Irak’la son görüşme oldu ve ABD Irak’ı, klasik sömürgeci sistemin devam ettiğini dünyaya duyururcasına işgal etti, Saddam Hüseyin idam edildi.

BOP’un yeni aktörü şimdi de İran için sahnede. Gül’ün bu sözleri, çağrısı ve özellikle benzetmesi, İran’ın işgalin eşiğine geldiğinin göstergesi.

Tayyip ve Gül, İran’a Amerika tarafından saldırılacağını biliyorlar ve Neo-Kafkas Seddi’nin, onların deyimiyle “Kafkas Platformu”nun ikna odalarında son düzenlemelerini yapıyorlar.

Gül de Tayyip de, Ahmedinejad’ın geri adım atmayacağını çok iyi biliyorlar. Amaç “biz ikna etmeyi denedik ama onlar savaş istiyor” demeyi kolaylaştıracak durumu yaratmak peşindeler. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi.

Nitekim, Irak için söz konusu edilen nükleer silahların olmadığı ortaya çıkarıldı ve Irak bugün bölünmüş vaziyette.

Görüşmeden önemli bir ayrıntı da iki ülke arası enerji anlaşmasının yine imzalanamaması. Çünkü bu anlaşmaya Amerika ve İsrail sıcak bakmıyor. Gül de kılıfına uyduruyor. Ne de olsa söz konusu Amerika. Doğalgazla ilgili önceden yapılan mutabakat konusunda daha ileriye gitme konusunda gerekli hazırlıklar yapılamamış da bu yüzden anlaşma imzalanamamış.

Nasıl kılıf ama?

Zaten kısa süre sonra, kendisine saldıracak Amerika’nın yanında yer alacak AKP iktidarının, böyle bir anlaşma yapmayacağı da açıkça ortada.

Şii Hilâli değil, Büyük Ortadoğu Projesi

Buraya kadar özetlemeye çalıştığımız olaylara ve gelişen sürece yanlış bakış açıları da oluyor. Bunlardan biri de Amerika’nın İran’a saldıracağı değil, tam tersi Amerika’nın İran’la ittifakından doğan bir birlikteliğe, Azerbaycan’ın da entegre edilmesiyle oluşacak ‘Şii Hilâli’ stratejisi.

Bu teze göre, Rusya’nın Gürcistan’a girmesiyle, Gürcistan Avrasyacı bloğa girmiş oluyor ve “Şii Hilâli”yle Amerika’nın İran dışında, ne Gürcistan, Ermenistan ve kukla Kürt devletine ne de Yahudilere dayanarak bir politika geliştiremeyeceği şeklinde ortaya sürülüyor.

Kafkas Platformu’na bağlı olarak meydana gelen gelişmelere sağlıklı olarak bakmak gerekiyor. Bu da ancak antiemperyalist bir süzgeç gerektiriyor. Çünkü süreç Büyük Ortadoğu Projesi.

Gürcistan konusuna başta değinmiştik. Gürcistan bu savaş sonucu Rusya’ya değil, önceki durumundan daha çok Amerika’ya bağlanmıştır. Bizzat Saakaşvili “Batı ülkeleri bölgeye barışı tesis etmek için acilen müdahale etmek zorundadır.” demiştir. Batıdan kastının Amerika olduğunu söylemeye gerek yok herhalde!

Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirilen hedefleme radarından sonra Polonya’nın Amerika ile füze savunma sistemi anlaşmasını imzalaması, Polonya yönetimice “ülkemiz ve ABD’nin daha güvenli olacağı anlamına gelen asıl hedeflerimize ulaştık.” denilerek kutlandı.

Hatta Polonya Cumhurbaşkanının füze anlaşmasından sonra Rice’a ordu kılıcı hediye etmesi, kılıç-kalkan ekiplerinin sahneye çıkacağının da belirtisi.

Füze kalkanı anlaşmasına Ukrayna’nın da yeşil ışık yakması, Rusya’nın da Beyaz Rusya ile bir füze savunma sistemi anlaşmasına neden oldu. ABD, kurulan üslere İran için dese de Rusya bunu kendisi için bir tehdit olarak görüyor. Ukrayna’nın ayrıca Rusya’yla arasındaki Sivastopol Üssü’nü kullanma anlaşmasını yeniden görüşme kararı alması, önümüzdeki süreçte Ukrayna’nın da ABD eksenine iyice gireceğinin belirtisi.

“Şii Hilâli” stratejisinin öngörüsü olarak Azerbaycan’ın da oluşumu dahil edilmesi düşünüledursun, Tayyip elini çubuk tuttu ve “Kafkas Platformu” dahilinde Azerbaycan’da Aliyev’le bir araya geldi.

Görüşmede, BOP’un eş başkanı, Neo-Kafkas Seddi’nin “akıncı”sı Tayyip, platformun öncelikle coğrafya esaslı olmasını öne sürerek esas amaç konusunda da fikir vermiş oldu.

Azerbaycan’ın da ikna edilmesi sürecinin önemi büyük. Böylece Amerika sadece Karadeniz’e değil, Hazar Denizi’nde de etkin olabilecek. Bu da ABD’nin rakip olarak da gördüğü Rusya’nın tüm bağının kesilmesi demek.

İran’a saldırı öncesi, Azerbaycan’ın bir önemi de şeriatçılığın iktidara gelmesiyle birlikte ulus yapısı zayıflamış İran’daki Azerilerin durumu konusu. İşgalle birlikte, ikna edilmiş bir Azerbaycan’la birlikte Azeriler, İran’ın yaşayacağı kargaşanın aktörlerinden biri olabilirler. İran içindeki Kürtler ve Beluciler için de aynı durum geçerli.

Azerbaycan’ın platforma sıcak baktığı söylentiler arasında gezinirken, Tayyip, bu ziyaretinde Ermenistan’la da önümüzdeki günlerde, görüşmenin şekli kararlaştırılınca, görüşüleceğini de ekledi. Ermenisiz de Kafkas Seddi olmaz zaten. Tayyip de demiş: “Ermenistan da bu ittifakta yer almalıdır.” Son dönem gündeme gelen Türkiye-Ermenistan maçına Gül’ün daveti ve Halaçoğlu’nun görev süresinin uzatılmaması gibi olaylar da bunun sinyalleri oldu.

Bir olay da Pakistan’da yaşanan Müşerref’in azledilme kararı çıkmasına yakın istifa etmesi.

İktidardan ayrılan Müşerref, iyi bir Amerikancıydı ve gidişi sonrası Bush, “Pakistan’ın teröre karşı savaş ve demokrasi mücadelesine taahhüdümüz tam.” diyerek O’ndan memnunluğunu dili getirirken, Rice da El-Kaide’ye karşı yürütülen savaşta ettiği yardımlarından ötürü O’na teşekkür etti.

ABD için Müşerref gibi birinin tekrar başa geçmesi önemli ve Rice’ın “Pakistan’la çalışmaya devam edeceğiz.” açıklamasından sonra sürecin böyle işleyeceği tahmin ediliyor. Pakistan’da 30 gün içinde yeni devlet başkanı seçilecek. Ve ABD’nin tercihi İran saldırısı öncesi lâik bir tercih olacak gibi görünüyor.

Önce İran sonra Türkiye

Tüm bu gelişmelerden sonra görüyoruz ki, ABD merkezli kuşatma süreci tamamlanmak üzere. Çek Cumhuriyeti, Ukrayna, Polonya gibi gerek “Turuncu Devrim”lerle gerek füze anlaşmalarıyla Doğu Avrupa ülkelerinden başlayarak, Gürcistan’da Rus saldırısıyla, Türkiye’de de Karadeniz’e giren ABD donanmasıyla Amerikancı bir hat oluşmuş oldu.

Kafkas Platform’u Azerbaycan ve Ermenistan’ın da dahil edilmesiyle İran’a kadar uzanmış oluyor. Pakistan’daki yönetim değişikliğinin de Amerika’nın istediği şekilde gerçekleşecek olmasından sonra İran’a saldırı için geri sayım başlamış olacak. Daha da devam edecek olursak kukla Kürt devleti ve İsrail zaten tarihsel seddin her dönem bileşenleri olmak için hazır.

Bugün BOP’la aynı anlama gelen Kafkas İstikrar Projesi, Kürdistan ve Ermenistan’la dost, İran’a düşman bir Türkiye yaratıyor. İran sonrası da sıra kuşatılması tamamlanmış Türkiye’ye geliyor. Atatürk’ün belirttiği “Türkiye’nin kati mahvı” projesine ancak ve ancak Atatürk gibi düşünerek ve Atatürk gibi yaparak karşı çıkılabilir.

Bu da mandacılıkla değil, Avrasyacılıkla değil, Atatürkçülüğü dışlayan bir “Kemalizm”le değil, tam bağımsızlıkçı Atatürkçülükle mümkün olacaktır.

Önce tarihi haritaya sonra da yaşanan gelişmelere bakınca, her şeyin nasıl üst üste geldiği, Atatürk’ün yaptığından başka seçeneğin de kalmadığı görülüyor zaten:

Tam bağımsızlıkçılık, antiemperyalizm ve devrimcilik!

Kafkas Seddi

Tüm bu gelişmelerden sonra görüyoruz ki, ABD merkezli kuşatma süreci tamamlanmak üzere. Çek Cumhuriyeti(1), Ukrayna (3), Polonya (2) gibi gerek “Turuncu Devrim”lerle gerek füze anlaşmalarıyla Doğu Avrupa ülkelerinden başlayarak, Gürcistan’da (4) Rus saldırısıyla, Türkiye’de de Karadeniz’e giren ABD donanmasıyla Amerikancı bir hat oluşmuş oldu. Kafkas Platform’u Azerbaycan(6) ve Ermenistan’ın (5) da dahil edilmesiyle İran’a kadar uzanmış oluyor. Pakistan’daki(11) yönetim değişikliğinin de Amerika’nın istediği şekilde gerçekleşecek olmasından sonra İran’a saldırı için geri sayım başlamış olacak. Daha da devam edecek olursak kukla Kürt devleti (7 ve ve İsrail (9) zaten tarihsel seddin her dönem bileşenleri olmak için hazır. Bugün BOP’la aynı anlama gelen Kafkas İstikrar Projesi, Kürdistan ve Ermenistan’la dost, İran’a düşman bir Türkiye yaratıyor. İran sonrası da sıra kuşatılması tamamlanmış Türkiye’ye geliyor

 
Bugün 1 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol